Konya - Mevlana Şehri

By . - 14:47

Uzun zamandır gitmek istediğim ama bir türlü kısmet olmayan şehir Konya.

Belki de hayatımda ilk defa doğum günü hediyemi gününden bir gün önce almış oldum. Kız arkadaşım doğum günü hediyesi olarak Konya’ya hafta sonu gezisi organize etmiş. Benim için ciddi anlamda şok edici bir hediye olduğunu söyleyebilirim. Ben hafta sonu için çeşitli planlar yaparken bir anda Cumartesi sabahı kendimi Sabiha Gökçen Havaalanında check-in sırasında buluverdim.

Yaklaşık elli dakikalık uçuş sonucunda Konya havaalanına indik. Konya da diğer Anadolu şehirlerimiz gibi ufak bir hava alanına sahip. Ama hemen yanında yeni ve büyük bir dış hatlar terminalinin inşaatı bulunuyordu ve sanırım bu yaza yetiştireceklerdir.

Havaalanından şehir merkezine yolculuğumuz Havaş’a 10 TL vererek başladı. Yaklaşık 45 dakikalık otobüs yolculuğunun ardından şehir merkezine ulaştık. Havaş’ın bıraktığı Alladdin Tepesinin çevresinden yaklaşık 15 dakika yürüyerek kalacağımız Hich Otel’e ulaştık. Otel tam da web sitesinde belirtildiği gibi Mevlana türbesinin karşısında ve çok güzel bir konuma sahipti. Otelden içeri girdiğinizde sizi hoş ve derinden gelen bir ney melodisi karşılıyor. Karşılama holünden sonra ufak bir resepsiyon masası ile karşılaşıyorsunuz. İlk olarak mesnevi felsefesi hakkında kısa bilgileri oteldeki eşyalarla birleştirerek bir anlatım yapılıyor. Şehir haritası üzerinden gezilecek yerler ve saatleri hakkında bilgi de aldıktan sonra benim için en önemli olan kısım ''nerede ne yenir'' bilgisini de alıp odamıza çıktık. Odanın dizaynı modern ve eski tarzın yoğrulması ile oluşmuş şık bir konsepteydi. Odanın içerisinde ikramlardan ihtiyaçlara kadar her şey bulunuyordu. Odaya girdikten 5 dakika sonra bir pasta diliminin üzerine tek bir mum eşliğinde doğum günü pastamı ikram olarak getirdiler. Resepsiyonist aramızda bahsettiğimizi duymuş olacak ki ince bir düşünce ile şık bir jest yaptılar. O anda hizmet kalitesi ortaya çıkmış oldu aslında.

Odaya yerleşip üstümüzü değiştirdikten hemen sonra zaman kaybetmeden şehri keşfe çıktık. Saat 13.00 gösterdiği için ve sabah kahvaltısı da yapmadığımızdan ciddi şekilde acıkmıştık. Listemizde olan bulunduğumuz yere de en yakın olan Tiritçi Mithat’a tirit yemeye gittik. Mevlana caddesinden Aziziye caddesine dönüp, İş bankası şubesi arkasındaki dar sokaktan içeri girdiğinizde hemen karşınıza çıkacaktır. Zaten çevre de kime sorsanız direk gösteriyorlar. Tam öğle saatine denk geldiğimiz için içerisi tam anlamı ile ana baba günüydü (Size tavsiyem kendinizi ona göre ayarlayıp 14.30 civarında oraya gitmeniz). Çok büyük bir yer olmamasından ötürü size özel bir masa olmasını beklemeyin. Dört kişilik masaları tanımadığınız insanlar ile paylaşmanız muhtemel. Sipariş verdikten yaklaşık 5 dakika sonra siparişimiz gelmişti. Altı pide ile kaplanmış güveç kabının içinde büyük et parçaları ve en üstünde de bol maydanoz ile servis ediliyor. Et suyu ile pişirildiğinden olacak ki güvecin içindeki suyun tadı bile çok güzeldi. Ben etçil bir kişilik olduğumdan bana ağır gelmedi fakat kız arkadaşımdan baz alarak söylüyorum bazı kişilere biraz ağır gelebilir.  Normal şartlarda oranın zerdesi de meşhur olduğundan orada yiyecektik fakat kalabalığa dayanamayarak çıktık ve daha sonra tekrardan gelmeye karar verdik.



Karnımızı doyurduktan sonra gezmeye Mevlana türbe ve müzesinden başladık. İçeriği girdikten itibaren hava yavaş yavaş sizi sarmaya başlıyor aslında. Caminin etrafını sarmış ufak odalarda sergilenen ve mesnevi felsefesini daha iyi anlamanızı sağlayacak eşya, ekipman ve bilgilerden sonra Mevlana’nın türbesinin içine doğru giriyorsunuz. Yerler taş olmasına rağmen yine de içeri galoş giyerek giriliyor. İçeride çeşitli el yazmalarından, özel elbiselere kadar birçok farklı objeyi bulabiliyorsunuz. Ama daha önemlisi oradaki mistik hava insanı ciddi olarak başka yerlere götürüyor ya da en azından bize öyle olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.




Detaylı bir şekilde dolaştıktan sonra biraz ısınmak için oturacak bir mekan bakınmaya başladık ama maalesef ki kafe tarzın da bir yer bulmanız mümkün değil. Bizde yakın çevredeki ufak ve sempatik çay ocaklarından birine oturarak hem kendimizi hem içimizi ısıtırken bir yandan da gördüklerimizi konuşarak biraz daha sindirmeye çalıştık. Şehir merkezinin etrafını biraz daha gezdikten sonra dinlenmek ve akşam gerçekleşecek sema gösterisine güç toplamak için otelimize döndük. Kış olmasından dolayı gece hava erken kararıyordu ve bizim şansızlığımız ki uzun süredir yağmur yağmayan Konya’ya biz indiğimizden gidene kadar aralıksız sağanak şekilde yağmur yağdı.

Mevlana Kültür Merkezinde kış saati uygulamasında 20:30’da, yaz saati uygulamasında 21:30’da her Cumartesi gecesi ücretsiz olarak Sema gösterisi sergileniyor.

Akşam yemeğimizi otel görevlilerinin önerdiği ve denemekten hiç pişman olmadığımız Mevlevi Sofrasında yedik. Etli pide, kuzu tandır, düğün pilavı ve bamya çorbası yedikten sonra gösteriye tok karınla gitmek için yola çıktık. Yemekler hakkında kısa bilgi vermem gerekirse Konya’nın ünlü yemeklerinden bamya çorbası tam benim beklediğim gibi değildi doğrusu. Normal bamya yemeğinden bir farkı yoktu. Bunun yanında Konya dışında bir çok yerde etli ekmek yemiş biri olarak önceden çok da beğendiğimi söyleyemem fakat orada yediğim etli etmek demek ki etli ekmek buymuş dedirtti bana. Tüm yemekleri tatmak istediğimizden ortaya karışık yaptırarak çatlayana kadar yedik diyebilirim. Normal şartlar da önermeselerdi oraya gidip yemeyi düşünmezdim. Genelde şehir dokusunda olan ve otantik yerleri tercih ederim ve burası standart restaurant konseptine sahip olmasına rağmen mutfağı cidden tatmin edici ve tavsiye edildiği kadar güzeldi. Fiyatları da normal hiç tedirgin olmadan rahatça yiyebilirsiniz.


Yemeğimizi yedikten sonra otelimize 15 dakika yürüme mesafesinde olan, şehir merkezinin biraz dışındaki Mevlana Kültür Merkezine doğru yürümeye başladık.

MKM yuvarlak konumda yaklaşık 3000 kişi kapasiteli ve yeni yapılmış bir yer. Yuvarlak olduğu için tam olarak nereye oturduğumuzda daha net göreceğimiz konusunda endişeli olduğumdan otel de bilgi alırken bunu da sormuştum. F ve G bloklar görüşünüzün en iyi olacağı yerler. Çok aşağıda olmamanızı öneririm.  Çünkü yukarıdan izlemek tüm alanı rahat görmenizi sağlıyor. Her şey güzeldi ama eğer kışın gidecekseniz içerde otururken mont yetmeyebilir. Bana kısmen yetmiş olsa da kız arkadaşıma ve çevredeki insanlara yetmediğini söyleyebilirim.


Sema gösterisini anlatmak istemiyorum doğrusu çok anlatılmaması gereken izlenerek tadını alabileceğiniz kelimelerin anlamsızlık yükleyebileceği fakat içinde düşünmediğiniz birçok farklı ruhani tatmini bulabileceğiniz bir gösteri, bir ibadet. Tabi birde gösterinin en başında uyarısı yapılan zaten her mantıklı insanın düşünebileceği flaş kullanmamayı bilen bir toplum olabilsek. Tiyatro olsun gösteri sanatları olsun bunu maalesef öğrenemiyoruz. Salonun her yerinden gösteri boyunca flaşlar eksik olmadı ve bizi bile ciddi şekilde rahatsız ettiğini düşünürsek, semazenler ne hissetti hiç bilemiyorum.

Yaklaşık 1 saat 15 dakika süren gösterinin ardından artık tükenmiş bitmiş bir halde odamıza gelerek günü bitirdik. Hiç durmaksızın koşturarak geçen günün sonunda dinlenip yarına hazır olmamız gerekiyordu.

Ertesi ve son günümüzde otelimizin güzel ve yeterli olarak nitelendirdiğim kahvaltısının ardından odamızı boşaltıp eşyalarımızı otelin emanet odasına bırakarak listemizde kalan diğer yerleri gezmeye başladık.

Gezmeye Şems-i Tebrizi’nin hem camisi hem de türbesinin olduğu ufak meydana giderek başladık. Aslında Şems’in tam olarak nerede öldüğü bilinmediğinden naaşı ve mezarı orada değil fakat sembolik olarak bir türbe yapılmış. Şems-i Tebrizi Camii çokta büyük bir camii değil ve türbe de caminin içinde bulunuyor. Oradan ayrıldıktan sonra Konya merkezin tam ortasında bulunan ve bilinen ilk yapay tepe olan Alaaddin tepesine ve oradaki camiyi ziyarete gittik. Çok eski, standart cami yapısından biraz daha düz ve gösterişsiz bir camiydi. Zaten uzun süre bakımsızlıktan ötürü kapalı kalmış ve uzun süren bir restorasyondan sonra ibadete açılmış. Etrafı tamamen park şeklinde olduğu için camiinin etrafından dolaşarak Konya’yı biraz yüksekten izleme imkanınız olabiliyor. Tepenin tramvay duraklarına bakan merdivenlerinden indikten sonra Karatay Çini Müzesinin olduğu meydan da biraz turlayıp müzenin içine girdik. Önceden menderese olan bu yer şuanda çini müzesi olarak kullanılıyor. İçeride medrese mimarisinde yer alan ufak bir havuz ve etrafında çeşitli odalar bulunuyor. Binanın çatısı kubbe şeklinde ve güzel bir işleme ile kaplanmış. İçerideki eserler ve açıklama yazıları sayesinde çini tarihi ve Selçuklu devlet yapısı ve işleyişi hakkında da bilgi sahip olabiliyorsunuz. İçeride hiç bir ısıtma olmamasından dolayı dışarıdan çok daha soğuk. Karatay Müzesinden çıktıktan sonra yürüme mesafesi ile 15 dakika mesafe de olan İnce Minare Müzesi eski adı ile İnce Minareli Medreseye gittik (Bu iki müzenin de giriş ücretleri 3,00 TL). Dış mimarisi bana göre çok hoş ve değişik olan bu medresenin de iç mimarisi Karatay Medresesi gibi fakat biraz daha büyük ve geniş. İçerisinde bir çok taş oymalar, Selçuklu mezar taşları, dönemin kapı modelleri ve sembollerini bulabilirsiniz. Müzelerin tarihi detaylarını çok fazla anlatarak uzatmak istemiyorum gereken bilgileri içerideki anlatım panolarında detaylıca bulmak mümkün. Buradan sonra yolumuzun üzerindeki irili ufaklı camilere de uğrayarak fırın kebabı yiyeceğimiz Hacı Şükrü’ye geldik. Fakat elimizde adres olmasına rağmen Konya’da çoğu yerde cadde ve sokak isimlerinin yazmamasından ve sağanak yağmur altında yürümemizden ötürü bulmamız çok da kolay olmadı ama neyse ki iki defa önünden geçtikten sonra yeri bulabildik.


Karatay Medresesi Dışı


Karatay Medresesi İçi


İnce Minareli Medrese



Hem gitmeden araştırdığımız hem de otelden önerdikleri için büyük bir merakla gittik diyebilirim. Zaten benim gibi et obur biri için Konya adeta bulunmaz nimet diyebilirim. Mekanın giriş katın da fırın ve sadece bir kaç masa var fakat aşağı indiğiniz de kocaman bir yer ile karşılaşıyorsunuz. Siparişi gram üzerinden alıyorlar. Garson sipariş almaya geldiğinde kendisine 400 gr fırın kebabı siparişi verdim fakat garson sağ olsun siparişe ikna etmek sipariş vermekten daha zor oldu. Siparişi verdikten sonra garson ile aramda geçen konuşma:


Garson : Abi genelde kişi başı 100 gr yeter bence fazla söylemeyin.
Ben        : Sen bize 400 gr getir eti seviyoruz bize ancak yeter.
Garson : Abi 400 gr fazla olur bari 250 gr getiriyim ağır gelmesin.
Ben       : Ben 400 gr istiyorum canım kardeşim sen getir fazla gelmez ben daha fazla söyleyecektim de bir bakıyım diye o kadar istedim sorun olmaz.
Garson : Peki abi ben söyledim. Sen bilirsin. (Suratın da garip bir ifade ile)

Garson yanımızdan ayrıldıktan sonra kız arkadaşım bile yemek konusunda beni tanımasına rağmen bir tedirginliğe düşmedi değil. Etin yanında bol köpüklü ayran ve soğanımızda geldikten sonra güzelcene didiklenmiş altı ve üstüne ılık pide konulmuş şekilde etimiz geldi. Hakikaten çok lezzetli ve güzel, ismini hak eden kalitede bir fırın kebabı yediğimizi söyleyebilirim. 


                                                                                                                        

Menüde tatlı olarak sadece kadayıf ve Konya’ya özgü saç arası isimli bir tatlı vardı. Biz daha önce denemediğimiz için saç arasını tercih ettik ancak ikimizde pek beğenmedik. Tatlımızı yiyip, kahvemizi içip biraz dinlendikten sonra tam kalkmaya hazırlanıyorduk ki içeride bizden başka kimsenin kalmadığını ve her yeri topladıklarını fark ettik. Saate baktığımda saat 17.10’du fakat sonradan sorup öğrendim ki zaten 17.30’da kapanıyormuş. Esnaf lokantası olmasından ötürü kapanış saati erkenmiş. Mekan güzel ve yemekleri de lezzetliydi fakat fiyat olarak Konya standartlarına göre pahalı olduğunu söyleyebilirim. Et fiyatlarını da bilen biri olarak biraz daha uygun olabileceğini düşünüyorum ama tabi ki bu işletmenin tercihi.

Tüm gün yağmur ve yollar ile mücadele ettikten sonra en son hediyelik eşya dükkanlarına uğrayarak ve Mevlana şekerlerimizi alarak otelimize geri döndük. Hediyelik eşya olarak tüm mağazalar da benzer ürünler var ama en azından çeşitlilik yüksek ve turistler için ilgi uyandıran bir çok ürün olduğunu söyleyebilirim. Zaten tüm ürünleri de neredeyse bir firma yaptırıp piyasaya veriyor diyebiliriz. Onu da sonradan öğrendim ki Çin’de yaptırarak burada satıyorlarmış. Sadece iki tane Konya Güzel Sanatlar Lisesi’ndeki öğrencilerin yaptığı el işi ürünlerin satıldığı yer vardı. Fakat ben yine de çok emin olamadım yalan yok. O iki dükkanda Mevlana müzesinin arka tarafındaki şekercilerin arasında çay ocağına yakın olan dar ufak dükkanlar.

Otelimize dönüp eşyalarımızı aldıktan sonra taksiyi beklemeye başladık. Gelirken Havaş’ı tercih ettik ve kişi başı 10 TL’den 20 TL ödedik. Sabahtan oteldekilerle konuşup Havaş aracının kaçta nereden kalktığını sormuştum. Saat olarak bize çok ters olmasa da Havaş aracına biraz merkeze uzak ve bizim otelimize de 20-25 dakikalık yürüme mesafesinde bir yerden binmemiz gerekiyordu. Onun yerine otelin anlaşmalı olduğu taksilerden biri ile 35 TL vererek hem otobüs saatine mahkum kalmadan hem de otobüs de 1 saat kaybetmeden 20-25 dakika da hava alanında varmış olduk.

Taksiye binip havaalanına giderken iki gün boyunca hiç durmadan yağan sağanak yağmurdan şikayet ediyordum. Taksicinin bana verdiği cevap ‘’Abi senin numaran otelde vardır. Bir daha bu seneki gibi kuraklık olursa seni arayalım tekrardan gel. Konya halkı olarak bilet paran bizden’’ oldu.


Kısaca bir özet geçmek de gerekirse. Konya’yı çok beğendik ve bir defa da yaz aylarında araba ile giderek çevresindeki kervansaray, manastır ve diğer görülecek yerleri gezmek istiyoruz. Konya pahalı olmayan, yemekleri güzel ve çok düzenli bir şehir. Havanın güzel olması durumunda merkezi gezmeniz için 2 gün bence yeterli. Gidecekler için Hitch Otel’i muhakkak öneriyorum zaten booking.com ya da tripadvisor dan yorumları da okuyabilirsiniz.

Yazının sadece görseller ile bezenmiş anlatımı için tıklamanız yeterli.



Editör : Geheimnes



  • Share:

You Might Also Like

1 yorum